Translate

20 Şubat 2014 Perşembe

MATE'siz Çıkmam Abi

     Uruguay'a geçmeden bir gece önce Porto Alegre'de konakladık. Bu nedenle Porto Alegre'ye benzin istasyonu muamelesi yaptığımızı söylemek yanlış olmaz. Bir ara dışarıya çıkıp seyahat sitelerinde adını duyduğumuz Churrascaria Giovanaz lokantasını bulmak için yaklaşık 1.5 saat yürüdük, o kadar. Yorgunluğun üzerine bir de sağanak yağışa maruz kalınca Porto Alegre'yi gezme hevesimiz hepten kaçtı. Görebildiğimiz tek yer Güney Amerika'daki en büyük şehiriçi park olan "Bom Fim" oldu.

     Uruguay'a geçişle birlikte konuşulan dil de Portekizce'den İspanyolca'ya dönüştü ve İngilizce anlama-konuşma seviyesinde belirgin bir iyileşme oldu. Punta del Este, Uruguay'ın güneydoğusunda Atlas okyanusuna kıyısı olan ve Güney Amerika'nın Monte Carlo'su olarak anılan park etmiş arabalardan ve lüks evlerden anladığımız kadarıyla zengin bir sahil şehri.
Monte Carlo olarak anılan bir şehirde tabii ki biz de şansımızı denedik. Gazino girişinde güvenlik önlemleri sıkı tutuluyor :)

Sezon olmasına rağmen hava oldukça rüzgarlıydı. Hatta yazdan ziyade bir sonbahar havası vardı. Rio'da yeterince denize doyduğumuzdan soğuk havanın da etkisiyle dalgalı deniz pek de ilgimizi çekmedi. Bunun yerine sahil kenarında ve hediyelik eşya dükkanlarında gezinmeyi tercih ettik.
El Mano (El) heykeli, 1982 yılında ilki düzenlenen açık hava modern
heykelcilik toplantısına katılan Şilili bir sanatçı tarafından yapılmış. Bu dev el Punta del Este'nin simgesi olmuş. Hediyelik eşyaların, kartpostalların vb üzerine mutlaka konduruluyor. 
   
     Gezerken bir yandan da insanları gözlemlemeyi ihmal etmedik. Eğer kolunun altında termos, elinde büyükçe bir pipoyu andıran tahta bir kapla hem yürüyüp hem "Yerba mate"sini yudumlayan birilerini oldukça sık görüyorsanız bilin ki Uruguay'dasınız.
Başta Uruguay ve Paraguay olmak üzere İspanyolca konuşulan Güney Amerika ülkelerinde tüketilen bu içecek bizi hem meraklandırdı hem de güldürdü. Uruguaylıların koca koca termosları hiç üşenmeden taşıması, zaman mekan farketmeksizin (Kırmızı ışıkta dururken, market alışverişi yaparken, sırada beklerken, bankta otururken vs) tüketmesi oldukça komik bir görüntü veriyor. Bu "mate" aşkına bir türlü anlam veremedik. Oturduğumuz hiçbir mekanın içecek mönüsünde "mate" olmaması ise bu gizemli içeceğe olan merakımızı daha fazla kamçıladı. 
     Uruguay'la birlikte -daha sonra biz Güney Amerika'yı terk edene kadar çıkmayacak olan- önemli bir besin de hayatımıza girdi: Dulce de Leche. Hemen hemen tüm tatlılar, kurabiyeler, pastalar, gofret vs "Dulce de Leche" ile yapılıyor.
Halley gibi kek-kurabiye arası içi dulce de leche dolu Alfajor buraların geleneksel tatlısı. Her markette çeşit çeşit, farklı boyutlarda, türlü türlü markalar tarafından imal ediliyor. Hatta baklavacı gibi sadece Alfajor satan butik dükkanlar bile var. Yaş pasta da elbette dulce de lecheli :)

     Burada, krema kıvamında sütlü karamel olarak tarif edebileceğimiz "Dulce de Leche"siz bir kahvaltı görmek nerdeyse imkansız. Hatta dulce de leche çikolatayı bile tahtından etmiş. "Dulce de leche"siz günümüz geçmezken "Mate"ye hala sıra gelmemişti.
     Ertesi sabah Punta del Este'den ayrılacağımız için mate tadımını Uruguay'ın başkenti Montevideo'ya bırakmaya karar verdik.


Montevideo küçük, kendi halinde, yürüyerek bile gezilebilecek bir başkent. Ama biz yürüyüşü biraz abartınca yorgunluğumuzu ancak böyle atabildik :)

     Başkentte de mate servisi yapan herhangi bir mekan gözümüze çarpmadığından danışmak üzere bir cafe-restoranttan içeriye adımımızı attık. Şef garsonla yarı İngilizce yarı İspanyolca anlaşmaya çalışırken çırpınışlarımızı farkeden 70'lik bir amca "Almanca biliyor musunuz?" diyerek lafa girdi. "Wir können nicht Deutsch sprechen" deyip Anadolu lisesi Almancamız'dan arta kalan son cümleyi kurmanın mutluluğunu yaşadıktan sonra İngilizce, Fransızca ve biraz İtalyanca bildiğimizi söyledik.
İngilizcesi'nin ve Fransızcası'nın çok iyi olmadığını ancak yine de anlaşabileceğimizi söyleyerek "Nasıl yardımcı olabilirim?"diye sordu.Mate ile başlayan konuşmamız Uruguay'ın eğitim durumu, dinler, filozoflar, Almanya, tango sanatı ve daha birçok ilginç konuyu içeren koyu bir sohbete dönüştü. Öncelikle mate servisi yapan herhangi bir cafe olmadığı bilgisini aldık. Ya kendimiz hazırlamalıymışız ya da mate içen birinden denemek için rica etmeliymişiz. "Mate bence oldukça anlamsız bir içecek, galon galon da içsen hiçbir faydası yok üstelik sarhoş da etmiyor." diye de ekledi Dorian Dede :)
Baktık matehane yok biz de kendi matemizi kendimiz yaptık. Tabii öncesinde gerekli malzemeleri aldık: Çelik ya da demirden olduğunu düşündüğümüz elekli pipet ve özel bir ağaçtan yapılmış kabı. Hani acı ama şifalı olduğu söylenen bitkisel çaylar vardır ya, tadı ona benziyor. Kıvamını tutturamadığımız için de tadı böyle olmuş olabilir :)

     Mateyle ilgili aydınlandıktan sonra "Neden Almanca" diye sormaktan kendimizi alıkoyamadık. 20'li yaşlarının sonlarında mühendis olarak Almanya'da çalışmış. Babası Polonya kökenliymiş ve tası tarağı toplayıp Uruguay'a göç etmiş. Uruguay'da eğitim sisteminin gittikçe kötüye gittiğinden, gençlerin hiç okumadığından dem vurdu. Bunu anlatırken Descartes'tan Nietzsche'den alıntılar yapan 79 yaşındaki Dorian Dede hem bilgisiyle hem az biliyorum dediği akıcı İngilizcesiyle bizi büyüledi. Özellikle II. Dünya savaşındaki soykırım ve Japonya'ya atılan atom bombası sonrası insanoğluna olan inancını tamamen kaybettiğini ve heyecanla dünyaya bir göktaşının çarpmasını beklediğini de ifade etti :) Dolu dolu yaşamış, görmüş geçirmiş ve artık hayatı tiye alan Dorian Dede'ye adresimizi verdik ve Türkiye'ye davet ettik. Bu yaştan sonra gidebileceği tek yerin mezar olacağını ama bize mutlaka kart atmak istediğini söyledi.
     Sınır komşusu olmasına rağmen hem kültürel açıdan hem halkın yaklaşımı olarak Brezilya ve Uruguay'ın birbirinden bu derece farklılaşması bizi oldukça şaşırttı. Tüm Güney Amerika ülkelerini aynı kategoriye sokmanın, her çekik gözlüye Japon ya da Çinli damgası vurmaktan farksız olduğunu anlamamızı sağladı. Uruguay insanı özellikle Dorian Dede gibi bir insanı tanımamızla birlikte Brezilya'dan sonra oldukça iyi geldi. 
     Unutmadan; 
  • Brezilya'dan Uruguay'a otobüsle geçtik. Otobüsler gayet konforlu ve Porto Alegre'den sonra yol çok uzun değil.
    Binerken pasaportunuzu otobüs görevlisine veriyorsunuz ve sınır geçişinden sonra alıyorsunuz. Sorun olmadıkça uyandırmıyorlar bile. Tabii ki bizi uyandırdılar :) 
  • Uruguay, Brezilya gibi tarihsel olarak Afrika'dan göç almadığı için hemen hemen hiç siyah yok. 
  • Eğlence, gece hayatı çok geç başlıyor (03:00 gibi). O yüzden herhangi bir gece kulübüne gece yarısı gittiğinizde kimseyi görmezseniz "Aa bu mekan kapalı ya da hiç popüler değilmiş" diye düşünüp mekanı terk etmeyin :) 
  • Kırmızı et çok ucuz. 1 kilo et ile bir ekmek neredeyse aynı fiyat. Burada halk ekmek bulamayınca et yiyor olmalı :)
Mercado del Puerto'da Parilla olarak adlandırılan onlarca ocakbaşı restoran var. Tüm etler bir arada isteğinize göre pişirilip masanıza servis ediliyor. Termos ve mateye dikkat :)