Translate

25 Şubat 2014 Salı

Şarabı Götürüp Döksen Bir Dağa

 


     And Dağları'nın eteklerindeki Mendoza küçük bir şehir. Etrafı dağlarla çevrili ve havası serin. Üstelik oldukça da yüksek. Rakım yaklaşık 750 metre. Başkent Buenos Aires'ten uçakla iki saat uzaklıkta. Ama küçük dağ şehri sanılandan çok daha önemli. Öncelikle Şili'nin başkenti Santiago'ya giden karayolu üzerinde bulunuyor. Zaten bizim de planımız buradan otobüsle Santiago'ya devam etmek çünkü dağ yolunun çok hoş bir manzarası olduğu söyleniyor. Ayrıca And Dağları'na yakın konumu Mendoza'yı dağcılar için de önemli bir merkez haline getirmiş. Dünya'nın 7 zirvesinden biri olan ve Asya kıtası dışındaki en yüksek dağ olan 7000 metrelik Acancagua bu dağ sırasının en önemli noktası. Kısacası Mendoza kış turizmi ve macera sporları için de elverişli bir bölge.
Ancak tüm bu doğal konumunun ötesinde Mendoza'yı esas önemli kılan ise Güney Amerika'nın şarap üretim merkezlerinden biri olması. Hatta şehir son yıllarda yaşanan gelişmelerle beraber sadece Arjantin'in ve Güney Amerika'nın değil dünyanın da önemli şarap merkezlerinden biri olmuş. Aslına bakılacak olursa üzüm üretimi için ideal koşullar yok Mendoza'da. Hatta doğal yağış oranına bakılacak olduğunda şehrin iklimi kurak iklime giriyor. Bununla beraber kaynağını And'lardan alan nehirlerden sağlanan sular ve oldukça gelişmiş sulama sistemi sayesinde Mendoza bölgesi hem zeytinyağı hem de şarap üretiminde dünyada söz sahibi bir hale gelmiş. Dolayısıyla sehrin en önemli gelir kaynağını da şarap turizmi meydana getiriyor. Dünyanın hemen her yerinden turistler ve şarap meraklıları üzüm bağlarını geziyor, şarap tadımı yapıyor ve hem zeytinyağı hem de şarap üretimi hakkında bilgi alıyor. Arjantin devleti de bu turizmi desteklemek için elinden geleni yapıyor.
Şarabı tadıp kaç yılında üretildiğini tahmin edemesek de:) en azından kaliteli olup olmadığını nasıl anlayacağımız konusunda artık birkaç tüyo biliyoruz 

     Bizim de bu konularda pek bilgimiz olmadığından İsveçli ve Fransız gezginlerle birlikte katıldığımız bu tur bizim için hoş bir deneyim oldu. Bu arada turumuzda Almanya'dan kimse olmamasına şaşırdık. Çünkü gittiğimiz hemen her yerde mutlaka Alman gezginlere rastlıyoruz. Hatta o kadar çok Alman'a rastladık ki şu an Almanya'da kaç Alman var diye merak ediyoruz :) Bu durumun Almanlar da farkında hatta yalnız kalamamaktan şikayetçiler. Turumuzda hem Mendoza'nın yerel üzümleri hem de sonradan Mendoza bölgesinde üretilmeye başlanan ve daha üst kategori şarapların üretiminde kullanılan Malbec, Cabernet Savignon ve Chardonnay türleri hakkında bilgi aldık.
Turumuz boyunca bol bol soru sorduk. Bu yüzden bize İsrailli olup olmadığımızı sordular. Anlaşılan o ki, İsrailliler sık sık bu bölgeye gelip bilgi alıyorlar. Böylelikle benzetildiğimiz uluslar arasına İsrail'i de eklemiş olduk.   Mendoza şehir merkezi ise dört park etrafına konumlanmış. Bu dört park Mendoza tarihi ve kültürünü de anlatıyor aslında. Bu parklar İtalya Parkı, İspanya Parkı, Şili Parkı ve Güney Amerika'nın İspanya'dan bağımsızlığında önemli rolü olan General St. Martin Parkı. Bunun yanısıra şehrin bir de ana yeşil bölgesi var. Tüm bu yeşil alanlar birbirine yürüme mesafesinde ve yine sulama sistemleriyle canlı tutuluyorlar. Zaten yolların kenarlarında minik minik su kanalları göze çarpıyor.
Grafitinin de dediği gibi ağaçlar kutsaldır

     Şarap turizminden ötürü şehre gelen turist sayısı arttıkça Mendoza'da daha güzel restoranlar da açılmaya başlanmış. Elbette ki ağırlık et restoranlarında. Akılda tutulması gereken bir şey varsa Güney Amerikalılar yemekleri hiç aceleye getirmiyorlar ve servis süresini uzun tutuyorlar.
La Aldea'nın romantik ortamı öğle yemeği için biraz fazla kaçsa da :) herşey mükemmeldi

     Öğle ve akşam yemeklerinin saatleri de bize göre geç başladığından restoranlara çok aç gitmemek daha doğru bir tercih olur. Zaten beklerken acıkıyorsunuz. Bu restoranlarda tabii ki de Mendoza'nın yerel şarapları sunuluyor. Etler ve şaraplar güzel olunca yemek de keyifli oluyor. Mendoza yakında şaraplarının yanında gastronomiyle de öne çıkarsa şaşırmayız doğrusu.
Köyden gelen ürünlerin satıldığı sokak pazarlarını andıran bu kapalı pazar (Mercado Central), büyük market zincirlerine direniyor

     Hostelimizin resepsiyon görevlisi olan Santiago birkaç sene önce Buenos Aires'ten Mendoza'ya taşınmış. Trafikte kaybettiği zamandan, kalabalıktan ve büyük şehir telaşından sonra Mendoza'nın kendisine iyi geldiğini söylüyor. Mendoza'dan ayrılırken biz de kendisine Mendoza'nın bize de iyi geldiğini söyledik. 

Güney Amerika'da Bir Avrupa Şehri

     Uruguay'dan Arjantin'e geçişimiz karayoluyla değil deniz yoluyla oldu ve böylelikle biz de ilk kez bir ülkeye deniz yoluyla geçmiş olduk. Montevideo ve Buenos Aires aralarına giren bir körfezle ayrılıyorlar ve feribot seferleri iki şehir arasında pratik ve uygun fiyatlı bir alternatif sunuyor.
İç güzelliğidir önemli olan diye boşuna demiyorlar. Bakmayın böyle uzaktan çirkin ve korkutucu göründüğüne

     Arjantin ve özel anlamda Buenos Aires dünyaya pek çok alanda önemli ve çok tartışılan isimler kazandırmış. Bizler gibi Güney Amerika'ya yabancı olanlar dahi bu isimlerin bazılarını rahatlıkla tahmin edebiliyor : Juan ve Eva Peron, Maradona, Jorge Luis Borges gibi.
Eva Peron'un meşhur balkon konuşmasını yaptığı Casa Rosada. Evita filminde, bu sahnenin çekimi için binanın kullanılmasına izin vermeyen devlet yetkilileri, söylentiye göre Madonna ile tanıştırılma vaadi üzerine yelkenleri suya indirmiş :)

Ancak tüm bu isimler arasında bir tanesinin yeri Arjantinliler için ayrıymış. Bu kişi Carlos Gardel. Arjantinliler için sıralamanın en üstünde tartışmasız bu isim var.
Hatta Fransızlar ve Uruguaylılar ya da Gardel'in hayatına kıyısından köşesinden de olsa dahil olmuş herhangi bir kişi ya da kurum kendisini Gardel ile ilişkilendirmeye çalışıyor. Peki Carlos Gardel'i bu kadar önemli yapan nedir? Bunun kısa yanıtı belki şöyle verilebilir : Rock'n Roll için Elvis Presley ne ise tango için de Carlos Gardel o. Carlos Gardel başlangıçta bir alt tabaka müziği olan tango için sözler yazmış, bunları seslendirmiş ve tangoya sınıf atlatmış. Kısacası tango bugünkü evrensel konumuna Carlos Gardel sayesinde ulaşmış. Gardel'in kişisel hayatı da bir star hayatının tüm unsurlarını içeriyor : İlk sessiz filmlerde oynamış, pek çok aşk yaşamış ve 1935'te bir uçak kazasında ölmüş. O zamandan bu yana Gardel'in deyim yerindeyse elini sürdüğü hemen herşey değerli bir objeye dönüşmüş. Bugün de yerliler ve yabancılar Gardel'in evini ziyaret ediyor, şarkı söylediği sahnelere akın ediyor ve onun plaklarını dinliyor. 
     Nasıl ki Brezilya'nın plaj kültürü ile futbol ve samba arasında elle tutulamayan, ispat edilemeyen bir bağ olduğunu seziyorsa insan, aynı şeyi Buenos Aires'te de tango ile şehrin estetiği arasında fark ediyoruz.
Üst katı restoran alt katı Tango salonu olan mekanlar var. Tango gösterileri sadece danstan ibaret değil, aynı zamanda teatral

Arjantin 20. yüzyılın başındaki görkemli konumundan bugün uzak düşmüş olsa da, Avrupa medeniyetinin yok olacağı kaygısıyla adeta "Güney Amerika'da bir Avrupa şehri" olarak tasarlanmış Buenos Aires halen canlı bir açık hava müzesi gibi. Şehrin tarihi binaları, heykelleri ve diğer sanat eserleri
Arjantin'in yüzyılın ikinci yarısından bu yana yaşadığı türlü çalkantılara direniyor adeta. Bunlar arasında en ilginçlerinden biri yapıldığı dönemde Güney Amerika'nın en yüksek binası olan Palacio Barolo. Bina Dante'nin İlahi Komedya eserine örtüşecek şekilde tasarlanmış. Buna göre yapı 3 bölümden oluşuyor. Giriş ve bodrum cehenemi, 1 ile 14. katlar arafı, 15 ve 22. katlar ise cenneti simgeliyor. Binanın 100 metrelik boyundaki her bir metre de İlahi Komedya'daki 100 kantona denk düşecek şekilde düşünülmüş. 
     Buenos Aires'in kafeleri ve restoranları da bu estetik anlayıştan payına düşeni almış. Neredeyse yüzyıllık binalarda yer alan mekanların duvarları yazarların, şairlerin ve ressamların sözleri, şiirleri ve resimleriyle dolu. Bazı masalar ise eskiden bu mekanları mesken tutmuş zamanın meşhur kişiliklerinin isimleriyle anılıyor.

Uzun yıllar boyunca ünlü şahsiyetlerin uğrak yeri olan La Biela, iç dekorasyonu ve yaşlı garsonlarıyla bizi açıldığı zamana yani 1850'li yıllara götürdü 
   
     Bu estetik anlayışının sokağa yansıması da elbette ki tango yoluyla oluyor. Kentte bekleneceği üzere küçük büyük onlarca milango kulübü var. Bu kulüplerde henüz tangoya yeni başlayanlardan artık pabuçlarını eskitmiş olanlara kadar bir dolu insan dans ediyor.
Ama bizim en çok hoşumuza gideni umulmadık bir anda bir köşe başında müziğin sesiyle beraber başlayan sokak dansları oldu. Etraflarında hemen küçük bir kalabalık toplayan bu gösteriler beklenmedik oluşu, doğallığı ve dansçıların sempatik tavırlarıyla sıradan bir gezintiye farklı bir hava katıyor. 
     Anlaşılan o ki, Buenos Aires'te yaşamın içine sinmiş olan bu estetik anlayıştan kimileri öldükten sonra da vazgeçmek istememiş ve böylelikle ortaya La Recoleta mezarlığı çıkmış. Arjantin tarihinde önemli bir yeri olan siyasetçiler, askerler ve tanınmış isimlerin gömülü olduğu bu mezarlık, hepsi birbirinden ihtişamlı anıt mezarlardan oluşuyor. Öyle ki gezinirken bir mezarlıkta değil de sanki hiç bozulmamış bir antik Roma kentindeymişsiniz gibi hissediyorsunuz.

     Bu ihtişamlı mezarların yanında mezarının yeri bile belli olmayan binlerce kişinin varlığı bize Güney Amerika'da ve Arjantin'de olduğumuzu hatırlatmakta gecikmedi. Kentin önemli meydanlarından olan Plaza de Mayo'da onlarca yıldır anneler 1976-1983 cunta döneminde kaybolan çocuklarının yasını tutuyorlar. Hatta bu dönemde hapishanelerde doğmuş ya da anneleri yakalanırken bebek yaşta ortadan kaybolan ve sonrasında başka ailelere verilip başka bir kimlikle hayata devam ettirilmiş olan çocukları da arıyorlar. Bu annelere ve anneannelere Mayıs Meydanı'nın Anneleri deniyor. Güney Amerika'yla sadece ekonomimiz değil tarihimiz de çok benziyor...
Plaza de Mayo'daki beyaz eşarp motifleri Mayıs Meydanı Anneleri'ni simgeliyormuş
   
Her geçen gün Dubaileşerek ruhunu kaybeden İstanbul'dan sonra Buenos Aires bize büyük şehir olmanın kimliğini kaybetmek demek olmadığını hatırlattı. La Boca'da yer alan El Caminito caddesi bu mahallelerden biri. Kentin İtalyan kökenlerini iyiden iyiye hissettiren renkli evlerle dolu bu bölge duvar resimleri, hediyelik eşya dükkanları ve tango kafeleriyle dolu.

     Bir başka kendine has ve yine çok renkli sokak da La Calle Lanin. Bu sessiz sakin sokakta 2000 yılında yerel bir sanatçının girişimiyle başlayan duvarları ve evleri boyama projesi bugün tüm bir sokağı gök kuşağına dönüştürmüş.
Sokaktan geçerken insanın içi açılıyor. Film platosunda değil de gerçek dünyada olduğunuzu ancak evin kapısı açılıp, bir Arjantinli çıkınca anlıyorsunuz. Sanatın bulaşıcılığını destekliyoruz!
   
Unutmadan; 
  • Arjantin'de döviz bozdurmak için bankalar ya da döviz büroları yerine "ayaklı döviz büroları"na yani sokakta dolar, euro diye bağıran kişilerin yanına gidiliyor. Çünkü resmi kur ile sokak kuru arasında ciddi fark var. Güya yasak olan bu işlemler polislerin gözü önünde yapılıyor. Ne kadar çok döviz o kadar iyi kur demek. 
  • Buenos Aires son 2001 krizinden bu yana ucuz bir şehir olmuş. Bu anlamda kısıtlı bütçelerle bile güzel yemek yeyip, iyi yerlerde kalmak mümkün. 
  • Sokak tangoları zemin çok düzgün olmamasına rağmen oldukça profesyonel ve etkileyici. Bir gösteriyi kameraya da alabildik.
  • Uruguaylılar gibi Arjantinliler de kırmızı etten vazgeçmiyorlar. Rio de la Plata kıyısında bir sürü küçük Parillalar yani et restoranları var.