Seyahatimizin en çok merak
ettiğimiz duraklarından birinde, Japonya’dayız. Bizim Japonya’ya giriş şehrimiz
ise Osaka oldu. Aslında Kore üzerinden Japonya’ya deniz yoluyla da
geçilebiliyor. Bunun için öncelikle Seul’den Busan’a gitmek oradan da haftanın
belirli günlerinde sefer yapan bir gemiyle Japonya’ya geçmek mümkün. Biz ise
–bu seferlik- Busan’a gitmediğimiz için doğrudan Seul’den Osaka’ya uçtuk.
Osaka Japonya’nın üçüncü
büyük şehri. Aynı zamanda Kyoto veya Kobe’ye gidecekler için de merkezi bir
bağlantı noktası gibi düşünülebilir. Bizim içinse Osaka’nın, Japonya’ya ve
Japon kültürüne adım attığımız şehir olduğu için hafızamızda özel bir yeri
olacak.
Asya’da geçirdiğimiz günler
boyunca aslında Türkiye’deki olumlu algısının aksine Japonların ve Japonya’nın
çevre ülkelerde pek de sevilmediğini anladık. Bizlerin son derece saygılı ve
düzenli insanlar olarak düşündüğü Japonlar’ın neden komşularınca pek de
sevilmediği başlangıçta şaşırtıcı gelebilir. Oysa 19.yy’ın sonları ve
20.yy’daki Japon yayılmacılığı ve bu dönemde yaşananlar neredeyse tüm Uzak Doğu’da
hatta Avustralya’da dahi bir Japon korkusuna yol açmış. Yıllar süren savaşlar İkinci Dünya Savaşı’yla beraber tüm bölge için felaketle
sonuçlanmış. O zamandan bugüne dek elbette Japonya ve komşu ülkeler arasındaki
ilişkiler olumlu yönde gelişme gösterse de halen karşılıklı olarak mesafeli
duruşu hissedebiliyorsunuz. Savaşan sonra işgal edilen Japonya’da, elbette kültür
de bu durumdan etkilenmiş. Geleneklerin hayli önemli olduğu ülkede bugün artık
karmaşık bir kültür var.
Japonya'nın en popüler sporu baseball. Osaka'nın takımı Hanshin Tigers ile ilgili haberler gazetelerde geniş yer kaplıyor
Osaka sokaklarındaki ilk
gezintimizde dikkatimizi çeken sessiz sakin yollar oldu. Bir süre sonra bunun
sebebinin sokakların tenhalığından çok otomobillerin çok daha az gürültülü
olmasından kaynaklandığını fark ettik. Bunun nedeni ise çok sayıda hybrid ve
elektrikli araçların olması. Kendi kendimize fark ettiğimiz bu gözlemimizi
akşam otelimize döndüğümüzde konuştuğumuz İspanyol ve Şilili oda
arkadaşlarımızdan da duyunca bundan emin olduk. Ayrıca şehirde yaşlısı genci
bir çok kişi bisiklet kullanıyor. Yaşlısı derken de gerçekten yaşlı olduklarını
da vurgulayalım. Yollar buna göre düzenlenmiş ve hem yayalara hem de
bisikletlilere yollarda öncelik tanınıyor.
Şehirde ulaşım son derece gelişmiş. Dotonbori'nin dışında yollar sakin ve huzurlu. Merkezde ise canlı ve genç bir kalabalık var
Japonlarla ilgili hemen
dikkat çeken bir başka gözlemimiz de son derece temiz oldukları. Bunu her yerde
fark edebiliyorsunuz. Sokaklar, oteller, bina içleri hatta taksiler… İçleri
tertemiz. Ama esas olarak tuvaletlerden bahsetmek lazım. Tuvaletlere ve
özellikle de klozetlere ayrı bir önem veriliyor. Bir sürü tuşlu ve “çok
fonksiyonlu” klozetleri görünce başta tebessüm etmemek olanaksız. 3-5 tuşlu
standart klozetlerden ısıtma sistemli, 17 tuşlu ve hatta masajlı modellere
varana dek çeşit çeşit klozet görmek mümkün. Kısacası Japonların poposu
kıymetli J Bunları görünce ister istemez kendimize
yakıştırdığımız temiz olma sıfatını ve halka açık “umumi” tuvaletlerin durumunu
akla getirmeden edemedik.
Tek başına bir klozet resmi koymaya terbiyemiz müsade etmedi :) Neyse ki youtube'da bu konuda çokça videoya rastlamak mümkün. Bu da onlardan bir tanesi
Osaka’nın merkezi Dotonbori
bölgesi. Birçok yeri araç trafiğine kapalı ve sadece yayalara ayrılmış. Üstleri
kapalı upuzun pasajlar iç içe geçiyor. Bu pasajlarda her çeşit ürün ve mağaza
var. Dolayısıyla her daim kalabalık ve cıvıl cıvıl.Sanıyoruz ki bu insan
trafiğini kendilerine çekebilmek adına binalardan sarkan dev ve tuhaf görseller
var. Kocaman yengeçler ya da balıklar veya dragonlar bunlardan bazıları.
Kuidaore Taro trampet çalan bir çeşit robot ve kentin simgelerinden biri. Her an karşınıza çıkan tuhaf görseller şehre ayrı bir hava veriyor
Dotonbori hava karardıktan sonra da canlılığını yitirmiyor. Alış veriş kalabalığı yerini yavaş yavaş akşam yemeği için gelenlere ve gece eğlencesine bırakıyor
Osaka pasajları kadar
yemekleriyle de meşhur. Hatta “kuidaore” diye bir kavram var ve Osaka’nın bu
işin merkezi olduğu söyleniyor. Kuidaore basitçe varığını yoğunu harcayıp
kaybedene dek yemek” anlamında kullanılıyor. Bu abartılı tanımın elbette
gerçeklikle bir ilgisi var. Osaka’da çokça Michelin yıldızlı restoran var ve
hepsinin de birbirinden lezzetli olduğundan şüphemiz yok. Eğer buralara gidp
kendinize güzel bir ziyafet çekerseniz sizin de kuidaore olmanız kaçınılmaz. Ama neyse
ki bu lezzetleri varını yoğunu kaybetmeden de tadabilirsiniz. Bunun için
neredeyse sınırsız seçeneğiniz var. Dotonbori ve çevresinde sayısız restoran
var ve biz hiçbirinde hayal kırıklığı yaşamadık. Restoranların girişlerine
üzeri yazılı kısa perdeler asmışlar. Bu perdelerin aralıklarından içeriyi
kısmen görebiliyorsunuz ve bu hem merakınızı arttırıyor hem de restoranlara
ayrı bir hava veriyor. Perdelerin arasından restorana girdiğinizde ise sizi
gören garsonlar ve ustalar yüksek sesle sizi selamlayıp karşılıyorlar. Bu sıcak
karşılama hem hoşunuza gidiyor hem de bu bilmediğiniz yiyecekler diyarında
rahatlamanıza sebep oluyor. Kimi restoranlarda ayakkabılar çıkartılıyor.
Sıkı bir disiplinle çalışan ustaların elinden çıkan yemekler de haliyle oldukça lezzetli oluyor. Restoranların kendine has tarzları yemeklerin lezzetini sanki daha da arttırıyor
Bu yemek cenneti şehirde
elbette bir çok meşhur tat var. Sushiler son derece lezzetli ve ustaları
izlemek bile çok zevkli. Yanında yeşil çayı hiç unutmuyorlar. Bir çeşit tatlı
su yılan balığı olan Unagi de hem bir ana yemek olarak hem de sushi
çeşitlemelerinde kullanılıyor ve gerçekten lezzetli. Ama şehrin en popüler
yiyeceği bir çeşit ahtapot köftesi denilebilecek Takoyaki. Şehirde bunu yapan
pek çok yer var. Hepsinin de önünde kuyruk oluyor. Tadı elbette ki özellikle sosundan
dolayı bizlere biraz yabancı ama kötü değil.
Takoyaki ustaları adeta makine gibi çalışıyor. Meraklı kalabalık dükkanların önünden hiç eksik olmuyor
Yemek zevki tatlılara da
yansımış. Tatlılarda alışıldık tatlar dışında yeşil çay ya da fasülye dahi
kullanılıyor. Sonuçta ortaya bir sürü yeşil pasta ve tatlı çıkıyor. Tatları hiç
de fena değildi. Ancak biz yine de en çok bir çeşit Osaka usulü cheesecake
yapan Pablo’yu beğendik.
Bu kadar yiyecek odaklı bir
şehirde pek de şaşırtıcı olmayacak şekilde mutfak endüstrisi de hayli gelişmiş.
Doguyasuji bölgesi her çeşit mutfak araç gerecinin bulunabileceği bir yer.
Bizim için enteresan olan çok beğendiğimiz plastik yemeklerin imalatını yapan
dükkanlara da rastlamamız oldu.
Bunun yanında bıçak
dükkanları da ilgi çekici. Ünlü Japon çeliğinin nadide örneklerini
görebileceğiniz bu mağazalarda Santoku bıçaklarından Samuray kılıçlarına varana
dek çeşitli bıçaklar satılıyor. Bu arada savaştan sonra uzun yıllar boyunca
Japonya’da kesici alet taşımanın yasaklandığını ve hemen hemen tüm geleneksel
kılıçların toplanıp ABD’ye götürüldüğünü de belirtelim.
Osaka’da uğradığımız ilginç
mekanlardan bir diğeriyse Bar Core oldu.Bu yaklaşık 4 kişilik mikrobar
özellikle viski severlerin tercih ettiği küçücük bir köşebaşı dükkanı. Biz
okuduğumuz tavsiyeler üzerine gittik ancak bizce daha çok müdavimlerine hitap
eden bir havası var.
Bar Core'da tavsiye üzerine Japon viskisi Hibiki'yi tatma şansı bulduk
Unutmadan;
- Osaka bizce Japonya için güzel bir başlangıç noktası. Ulaşımın kolaylığını düşününce uzak bir şehre bile birkaç saatlik bir yolculukla ulaşabiliyorsunuz.
- Japonya’nın nüfusu hayli yaşlı olmasına rağmen ve hatta evcil hayvan sayısı ülkedeki çocuk sayısını çoktan aşmışken Dotonbori’nin kalabalığında bunu fark etmiyorsunuz
- Gece hayatı olarak da "hostes bar"lar ilgi çekici. Anladığımız kadarıyla ağırlıklı olarak maaşlı çalışan erkek müşterilere hitap eden bu barlarda kadın hostesler erkeklerle içki içip sohbet ediyor ancak çıplaklık ya da daha fazlası söz konusu değil. Hatta bu bir çeşit modern geyşalık olarak tarif ediliyor.Bu barların olduğu çevrede takım elbiseli görevliler müşterilere içeri girene dek eşlik ediyor.