Osaka’dan Kyoto’ya kısa bir tren
yolculuğu ile geçtik. Tren istasyonları sadece demiryoluyla seyahat için değil
tüm ulaşım araçları için bir istasyon konumunda. Böylece otobüsten metroya ya
da trenlere aktarma yaparken hiç zaman kaybı olmuyor. İstasyonlar aynı zamanda
birer alış veriş merkezi olduğundan kalkış saatini beklerken zaman
geçirmek de sorun olmuyor.
Bu
sempatik isimli Japon şehri seyahatimizin en çok merak ettiğimiz duraklarından.
Merak etmekte haklıyız çünkü şimdiye dek tapınakları, bambu ormanları ve zen
bahçeleri hakkında çok şey duyduk. Beklentimiz yükseldi. Hostelimize ulaşınca heyecanımız daha da arttı. Son derece temiz ve düzenli ve bir o kadar da
yardımsever çalışanlarla karşılaştık. Odamıza yerleşip eşyalarımızı bıraktıktan
sonraki ilk işimiz Saga Torokko istasyonuna doğru yola çıkmak oldu. Bu istasyon
Kyoto’nun en meşhur yerlerine yürüme mesafesinde. Buraya vardıktan sonrası ise
artık hangi yöne gitmek istediğinize bağlı. Ama kesin olan bir şey varsa o da
ne istikamete giderseniz gidin asla pişman olmayacaksınız.
İstasyondan
çıkan meraklı turistlere yaşlı Japonlar ve küçük Japon evleri eşlik ediyor. Ama
esas dikkati çeken sıradan evlerin ve sokakların bile birbirinden güzel bir dekora
ve peyzaja sahip oluşu. Daha henüz özel bir yere bile varmadan karşımıza çıkan
renk renk ağaçlar, uzaktan gördüğümüz yemyeşil tepeler ve tertemiz hava insanın
içini doğal bir mutluluk ve hafiflik ile dolduruyor. Japonların neden bu denli
uzun ömürlü olduklarına şaşmamak gerek doğrusu.
Zevkle ve özenle dekore edilmiş evler ve bahçeler arasında yürüyüş yapmak tapınakları ve zen bahçelerini ziyaret etmek kadar güzel
İçerisine
girdiğimiz ilk Zen tapınağı UNESCO Dünya Mirası sitelerinden biri olan
Tenryu-ji Tapınağı oldu. Tarihi 13.yy’a kadar giden bu tapınak birçok dönemde
hasar görmüş ve onarılmış. Bununla beraber bahçesi bir takım düzenlemelerden
geçmiş olmakla beraber 14.yy’daki ambiyansını halen koruyormuş. Zen
bahçelerinin kendine has en güzel özelliklerinden biri taş ve bitkilerin
birbirleriyle uyum içinde kullanılması. Kyoto’ya gelmeden önce bu konu hakkında
biraz okumuştuk ama gelip de yerinde görmek çok başka bir deneyim. Taşların
grup olarak kullanılması ya da tek tek uygulamalarının hepsinin ayrı bir anlamı
var. Bunlar şelaleleri, köprüleri ya da adaları betimlemek için kullanılıyor.
Suyun, bitkilerin ve taşların uyumundan ortaya çıkan bu sade güzellik tapınağın
içi için de geçerli. İçerisi de son derece sade dekore edilmiş ahşap bir yapı.
Doğal olmayan hiçbir unsura yer verilmemiş. Bahçeyle taş patikaları ayıran yollardaki
çitler bile bambulardan ve halatlardan yapılmış.
Göl kıyısında bitivermiş kırmızı bir çiçek, suyun dalgalanması, rüzgarın esintisi veyahut kuş sesleri. Sanki her şey tam olması gerektiği yerde tam olması gerektiği gibi
Tapınaktan
çıkıp yolumuza devam ederken yürüyüşümüzde bize yol boyunca sürpriz bir şekilde
karşımıza çıkan akan sular ve renk renk ağaçlar eşlik ediyor. Başımızı ne yöne
çevirsek ayrı bir güzellik görüyor gibiyiz. Kyoto gerçekten çok cömert.
Misafirlerinden güzelliklerini esirgemiyor. Bir süre sonra biz de artık bu
uyumun bir parçası olduğumuzu hissediyoruz. İçimizi de bir korku dolduruyor
ister istemez. Ya bu güzellikler korunamazsa? Çok önemli bir hazineyi korumak
istercesine bir refleksle her anı, her kareyi ölümsüzleştirmek istiyoruz.
Yürüyüşlerde geleneksel Japon kıyafeti olan kimono giyimli Japonlarla da karşılaşmak mümkün
Yolumuz
bizi başka tapınaklara başka yollara sürüklüyor. Zaten artık ilk belirlediğimiz
rotamızda değiliz. Tapınakların ya da yol isimlerinin bir önemi yok. Kyoto bizi
büyüledi ve istediği yere götürüyor.
Bir
süre sonra boyları göğe yükselen upuzun ama aynı zamanda incecik ağaçların
gölgesi altında buluyoruz kendimizi.Bambu ormanındayız. Ağaçlar rüzgarın esmesiyle öne arkaya
salınıyorlar. Yaprakların sesi rüzgarın esintisiyle uyum içinde.
Bölgede
birçok yürüyüş yolu var. Bu parkurlar çeşitli isimlerle anılıyorlar. Bunlardan bir tanesi de
Filozofun Yolu. Bizim bir kısmını takip ettiğimiz rotayı Japonya’nın etkili
filozoflarından ve Kyoto Üniversitesi profesörlerinden Nishida Kitaro günlük
meditasyonu için kullanıyormuş.
Bambu
ormanından sonra bu kez karşımıza Ohkouchi Sansou Bahçesi çıkıyor. Burası
aslında bir tapınak değil. Japon film yıldızı Ohkouchi Denjirou’nun ikametgahı.
Kendisi ve çalışanları yaklaşık 30 yıllık bir sürede bu bahçeleri meydana
getirmişler. Bahçenin güzelliğinin yanında biraz yüksek konumda yer almasından
ötürü çok da hoş bir manzarası var. Evin içinde diğer tapınaklarda da
gördüğümüz bir çeşit yazı odası var. Belki de bu denli dinginlik ve uyum içinde
insanın duygularını kâğıda dökmek isteyeceği düşünülerek yapılmış. Bu
odada gördüğümüz bir şiir ise içinde bulunduğumuz ortama o denli uygun ki…
Ertesi
gün yolumuza bu ortama en uygun düşecek ulaşım aracı olan bisikletle devam
etmeye karar veriyoruz. İlk durağımız Nison-in Tapınağı. Burası tarihin boyunca
Budizm, Konfüçyusçuluk, Zen ve Şinto inanışları için bir mabet olmuş.
Tapınakta aynı zamanda tarihi mezarlıklar da bulunuyor.
Bundan
sonra sırada ÖNCE Gio-ji sonra da Seiryo-ji tapınakları var. Tapınaklarda
evrendeki birlikteliği anlatan Budha heykelleri ve tapınaklarda hizmet etmiş kişilerle
adanmış pagodalar var.
Bisikletli
rotamızda karşımıza çıkan manzaralar olağanüstü. Göller, yeşil tepeler ve kadim
tapınaklar arasında yolumuza devam ediyoruz.
Şimdi
sırada resmi adıyla Rokuonji ama bilinen adıyla Golden Pavillion yani Altın
Köşk Tapınağı var. İsmini âdeta gerçek değil de bir resimmiş gibi kendini
gösteren ve altın yapraklarıyla kaplı olan köşkten alıyor. Bu klasik dönem
eseri Kyoto ve Japonya’nın en çok ziyaretçi çeken yapılarından. 1950’de bir
rahip tarafından yakılan köşk 1955’te yeniden aslına uygun bir şekilde
yapılmış.
Uzun süre pedalları çevirerek ulaştığımız tapınağı görünce yorgunluğumuza değdiğini hissettik. Tapınak uzaktan ışıl ışıl parlıyor
Japonların "rakısı" sakenin içerisine altın yaprakları serpilmiş çeşitleri tapınağın çevresinde satılıyor
İçerisinde resim çekemesek de Sanjūsangen-dō
tapınağı ziyaret ettiğimiz tapınakların en şaşırtıcı olanlarından bir tanesi
oldu. Geniş bir bahçesi olan tapınak binasının içiyse insan boyu ebatlarında 1000
tane silahlı Kannon heykeli ile dolu. Kannon ise Budizm’de bir Tanrı. Bu
heykellerin bir kısmı tapınağın ilk yapıldığı 12. yy’dan kalma iken diğerleri
ise bir yangında zarar gördükleri için 13.yy’da yeniden yapılmış. Heykellerin
yapımında Japon selvi ağaçları ve altın yapraklarından kullanılmış. Sıra sıra
dizilmiş yüzlerce heykelin önündeyse 28 adet koruyucu heykel var. Koruyucu
heykellerin en dikkat çekenleri ise Şimşek ve Rüzgâr Tanrıları olan Fujin ve
Raijin.
Japon kültürü Çin’den ve
Hindistan’dan etkilenmiş. Çok eski ve bir o kadar da değişik. Tarih boyunca
değişmiş, dönüşmüş.
Böylece birçok tapınağı ziyaret edip
zen bahçelerinde gezdiğimiz Higashiyama’dan ayrılıp bizim için oldukça ilginç
olan bir başka yapıya Fushimi Inari Shrine doğru yola koyuluyoruz.
Fushimi Inari Taisha bir Şinto
tapınağı. Bu tapınaklara Shrine adı veriliyor. Fushimi Inari Taisha, Inari
Tepesi üzerine kurulmuş. Yaklaşık 2 saatte bu tepenin zirvesine çıkılabiliyor.
Burayı bizim için özgün kılan ise tüm yapı boyunca sıralanmış turuncu renkli
sayısız Torii kapısının olması. Bu kapılar sembolik olarak mukaddes bir yola
geçişi simgeliyor. Bu turuncu kapılardan oluşan patikaların gerçeküstü bir
görünümü var. Shirine’lerin girişlerinde yer alan kitsune isimindeki tilki
heykelleri dikkatimizi çekiyor. Japon folkloründe tilkilerlerin habercilik gibi
bir görevleri varmış ve ağızlarında tuttukları anahtarlar ise pirinç
ambarlarının anahtarlarını simgeliyormuş.
Birbiri ardına sıralanan turuncu kapılar gerçeküstü bir görüntü oluşturuyor. Japon mitolojisi hakkında bir şeyler öğrendikçe insan hayalgücünün derinliğine bir kez daha hayran oluyoruz
Güzergâhımızdaki tarihsel öneme
sahip son durağımız ise Eikando Zenrin-ji tapınağı. Burası Seizan Budizmi’nin
merkeziymiş. Tapınak çevresindeki doğal güzellik artık alıştığımız üzere
muhteşem. Burasının özellikle sonbaharda Momijigari denilen yaprak dökümü
döneminde daha da güzel olduğunu öğreniyoruz. Kyoto’ya bir de sonbaharda gelmek
için harika bir bahane!
Bu kadar tarihi yapıyı gezdikten
sonra akşam Kyoto merkezine döndüğümüzde Kyoto kültürünü anlatan bir gösteri
olduğunu görünce hiç tereddütsüz biletlerimizi aldık.Japon yeşil çayının
sunumunu anlatan çay seremonisiyle başlayan gösteriyi geleneksel tiyatro, dans
gösterisi ve klasik kukla tiyatrosu (Bunraku) takip etti.
Sanatçının maskeli yüzü, sakin ve ağır hareketleri klasik Japon müziği eşliğinde izleyicileri oturdukları koltuklardan sanki bir kaç yüzyıl öncesine götürüverdi.
Az katlı binaları ve sıra sıra dükkanlarıyla Kyoto merkezi akşam saatlerinde gezmek için ideal. Origami dükkanları ve kursları ise dikkatimizden kaçmadı
Unutmadan;
- Kyoto doğası, tapınakları ve Zen bahçeleriyle eşsiz bir şehir. İlkbaharda gezdiğimiz Kyoto’yu bir kez de sonbaharda görmek gerektiğini düşünüyoruz
- Peyzaj ve doğal malzemelere meraklı kişiler için Kyoto tam bir cennet. Zen bahçelerini hem ziyaret edebilir hem de bu konuda bilgi alabilir, kaynak kitaplar satın alabilirsiniz.
- Kyoto özellikle sessiz sakin dinlendirici bir tatil için ideal.
- Malum Japon nüfusu oldukça yaşlı. İleri yaştakiler için pek çok şey düşünülmüş. Marketlerde dahi fiyatları kolaylıkla okuyabilsinler diye standart gözlükler var. Bu bakımdan yaşlıların dahi gezerken sorun yaşamayacağı bir şehir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder