Afrika'da doğanın içinde ve çadırda geçirdiğimiz günlerin ardından Afrika kıtasının en "gelişmiş" ülkesi Güney Afrika'nın, en önemli kentlerinden biri olan Johannesburg'a geçtik. Nelson Mandela'nın çok kısa bir süre önce ölmüş olması seyahatimize ayrı bir anlam katıyordu.
Bu kez bizi karşılayanlar sarışın, mavi gözlü ve sert İngilizce aksanlı iki "beyaz"dı. Yani Afrika'da artık görmeye alıştığımız tablodan oldukça farklı. Farklı olan yalnızca kişiler değildi. Havalimanından kalacağımız hostele doğru giderken yol boyunca lüks araçlar, geniş yollar ve Avrupa'yı aratmayacak evler gördük.
Johannesburg'ta semtler arasındaki mesafeler oldukça fazla. Konaklayacağımız hostelimiz de Boksburg bölgesinde bulunuyor. Yolda sohbet ederken öğreniyoruz ki, Boksburg büyük çoğunlukla beyazların yaşadığı bir semt ve şehir merkezinden hayli uzakta. Bunun üzerine biz de Boksburg'tan şehir merkezine nasıl gidebileceğimizi sorduk. Aldığımız yanıt ise biraz enteresan oldu: Merkeze giden bir tren varmış ama toplu taşıma beyazlar tarafından hiç tercih edilmiyormuş ve eğer kendileri bizim yerimizde olsalar bu trene silahsız binmezlermiş. Bizim yanımızdaki silah benzeri tek şey ise İsviçre çakısı. Üstelik bıçağı domatesi bile zor kesiyor. :) Bunun üzerine "hayırlısı" deyip konuyu değiştirmeye karar verdik. Bu aralar önemli bir rugby turnuvası varmış. Güney Afrika'da rugby, futbolun önünde gelen oldukça önemli bir spor. Maçı kaçırmamak için arabayı daha hızlı kullandıklarından kısa bir süre sonra hostelimize vardık. Onlar rugby maçını izlemeye giderken biz de villadan bozma hostelimizi turladık.
Bu esnada havuz kenarında keyif yapan bir grup Almanla tanıştık. Bu grup biz Johannesburg'ta kaldığımız süre boyunca havuz başı keyfi yapmaya devam etti. Yaz tatili içinse Johannesburg'u tercih etmeleri bize ilginç geldi :) Biraz dinlendikten sonra bir şeyler yemek üzere dışarı çıktık ancak hemen sonra öyle bir yağmura yakalandık ki Victoria Şelaleri'nden sonra bir de Johannesburg'ta sırılsıklam olduk. Böylece arabada bize söyledikleri "Johannesburg'ta bir günde dört mevsim yaşanır" sözü de doğrulanmış oldu. Bunun üzerine en kısa zamanda bir şemsiye almaya karar verdik.
Johannesburg'ta semtler arasındaki mesafeler oldukça fazla. Konaklayacağımız hostelimiz de Boksburg bölgesinde bulunuyor. Yolda sohbet ederken öğreniyoruz ki, Boksburg büyük çoğunlukla beyazların yaşadığı bir semt ve şehir merkezinden hayli uzakta. Bunun üzerine biz de Boksburg'tan şehir merkezine nasıl gidebileceğimizi sorduk. Aldığımız yanıt ise biraz enteresan oldu: Merkeze giden bir tren varmış ama toplu taşıma beyazlar tarafından hiç tercih edilmiyormuş ve eğer kendileri bizim yerimizde olsalar bu trene silahsız binmezlermiş. Bizim yanımızdaki silah benzeri tek şey ise İsviçre çakısı. Üstelik bıçağı domatesi bile zor kesiyor. :) Bunun üzerine "hayırlısı" deyip konuyu değiştirmeye karar verdik. Bu aralar önemli bir rugby turnuvası varmış. Güney Afrika'da rugby, futbolun önünde gelen oldukça önemli bir spor. Maçı kaçırmamak için arabayı daha hızlı kullandıklarından kısa bir süre sonra hostelimize vardık. Onlar rugby maçını izlemeye giderken biz de villadan bozma hostelimizi turladık.
Bu esnada havuz kenarında keyif yapan bir grup Almanla tanıştık. Bu grup biz Johannesburg'ta kaldığımız süre boyunca havuz başı keyfi yapmaya devam etti. Yaz tatili içinse Johannesburg'u tercih etmeleri bize ilginç geldi :) Biraz dinlendikten sonra bir şeyler yemek üzere dışarı çıktık ancak hemen sonra öyle bir yağmura yakalandık ki Victoria Şelaleri'nden sonra bir de Johannesburg'ta sırılsıklam olduk. Böylece arabada bize söyledikleri "Johannesburg'ta bir günde dört mevsim yaşanır" sözü de doğrulanmış oldu. Bunun üzerine en kısa zamanda bir şemsiye almaya karar verdik.
Yemek yediğimiz "Cheers" adlı bar. Ortamından mönüsüne, barın müdavimlerinden müziğine Afrika'da değil sanki İngiltere'deyiz.
Ertesi sabah şehir merkezine ulaşmanın en güvenli yolunun taksi çağırmak ya da araba kiralamak olduğunu öğrendik. Ancak her iki seçenek de bize pahalı geldiğinden sonuçta "bize bir şey olmaz :)" deyip en yakın tren istasyonuna doğru yola koyulduk. Günlerden pazar olması nedeniyle sokaklar boş, istasyon tenhaydı. Doğru trene biniyor olduğumuzdan emin olmak için istasyondaki diğer yolculara danıştık. Bu sorumuzun Johannesburg'taki tüm günlerimizi şekillendireceğini bilemezdik. Selwyn'le tanışmamız işte böyle oldu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder