Translate

2 Şubat 2014 Pazar

Zambezi Kanatlarımın Altında

     Afrika'nın güneyine doğru ilerlemeye devam ediyoruz. Hedefimiz Mosi-Oa-Tunya yani "Gürleyen Duman". Ancak yolumuz uzun. Öncelikle Chipata'da, ardından da Zambiya'nın başkenti Lusaka'da konaklamamız gerekiyor. Zambiya neredeyse Türkiye kadar büyük bir ülke ancak nüfusu sadece 13 milyon. Dolayısıyla Zambiya nüfus yoğunluğu bakımından dünyada son sıralarda yer alıyor. Kısacası Zambiya'da koca koca kentler, milyonların alt alta üst üste yaşadığı şehirler yerine uçsuz bucaksız, el değmemiş ormanlar var. Lusaka'daki kamp alanımız da tam buna uygun. Öyle ki yol boyunca camın ardından gördüğümüz canlılarla bu kez oldukça samimiyiz :)
     Zebralarla iç içe uyumak ilginç olduğu kadar biraz da ürkütücü. Bu güçlü hayvanlar bazen aniden harekete geçebiliyorlar. Kolaylıkla fark edilen bu büyük hayvanların yanısıra şekilleri ve renkleri birbirinden değişik, çeşit çeşit böcekler, kelebekler, sürüngenler görmek de mümkün.
    
     İlk söylendiğinde bir kızılderili reisi ismini çağrıştıran "Gürleyen Duman" isminin, neden Victoria Şelaleri'nin gerçek ismi olduğunu bu doğa harikasını görünce anladık. Duman ile su birbirine tezat gibi görünse de aslında şelalenin ismi gördüğümüzü olduğu gibi anlatıyor : Gürül gürül akan suyun onlarca metre yükseklikten düşmesiyle ortaya çıkan gürültü ve su buharı. 
Bu isim şelaleye çok yakışmış olsa da aslında şelale sadece ses ve dumandan ibaret değil. Yağmur sonrası güneş açınca gördüğümüz ulaşılmaz gökkuşakları burada her köşede karşımıza çıkıyor. Hatta yürürken şelale ile güneşin işbirliğinden doğan irili ufaklı birçok gökkuşağının içinden geçiyoruz. Mosi-Oa-Tunya doğa parkı yalnızca bu görkemli şelaleden oluşmuyor. Şelale, Zambezi Nehri ve çevresindeki alandan oluşan ekosistemin bir parçası. Parkın içerisinde yapılmış olan yürüyüş parkurları ve basit geçitler sayesinde Victoria Falls Köprüsü'nü ve şelaleyi farklı açılardan ve mesafelerden görebiliyoruz. Tüm bunlar yapılırken parkın doğasına ters düşen hiçbir yapıya izin verilmemiş. Böylelikle gördüğümüz tek duman "gürleyen duman" oluyor, mangal dumanı değil. 
     Parkın girişinde çıkışa doğru yürüyen sırılsıklam ıslanmış insanları görünce ilk başta anlam veremeyip "Galiba yağmur yağmış" diye düşünüp her ihtimale karşı yağmurluklarımızı giyip içlere doğru ilerledik. Çevredeki şemsiye satıcılarının yanından yağmurluklarımızın da verdiği güvenle umursamadan geçtik. İnsanların neden ıslandığını ve emektar yağmurluklarımızın şelale karşısındaki acizliğini ve işlevsizliğini anlamamız ise fazla zaman almadı. Çünkü şelalenin çevresinde şiddetli bir "sprey yağmuru" var.
1,5 km'den daha geniş bir alandan dökülen Victoria Şelaleri, Zambiya ve Zimbabve sınırında. Şelalelere Zimbabve tarafından da geçilebiliyor.

     Yağmurdan farklı olarak damlalar tepeden değil her yandan yağıyor. Bu sprey yağmurunun kaynağı ise tahmin edileceği üzere şelalenin kendisi. Hatta bu enteresan ve sürekli yağan sprey yağmuru, sadece şelalenin çevresinde görülen bir takım bitkilerin ortaya çıkmasına neden olmuş. Sonuç olarak biz de tepeden tırnağa ıslandık ama ne sinirlendik ne de kendimizi şanssız hissettik. Aksine Victoria Şelaleleri'nin damlalarıyla yıkanmak hayatımızda yaşadığımız en keyifli anlardan biriydi.
     Livingstone'daki kamp alanımızda da aynı Lusaka'daki gibi hayvanlarla çok samimiyiz hatta gereğinden fazla yakınlaştık diyebiliriz. Maymunların ve babunların cirit attığı kamp yerinin pek çok noktasında "Maymunlara yiyecek vermeyin, onlar vahşi hayvanlardır" yazan uyarı tabelaları var. Özellikle sarı renkli poşetlerle dolaşmamamız konusunda uyarıldık.
Civardaki bir marketin sarı poşetler kullanmasından ötürü maymunlar sarı poşetlerin içinde yiyecek olduğunu düşünüp saldırabiliyormuş. Birşey yemek istersek açıkta değil çadırımızda gizli gizli yiyoruz. Elbetteki babunların fotoğrafını çekmek istedik. Bu sırada üzerimizde sarı bir şey olmamasına rağmen sanırız ki elimizde yiyecek olduğunu düşünen iki babun yolumuzu kesti. "Kışt, Git, Pist" gibi tepkilerle babunları yanımızdan uzaklaştırmaya çalışsak da bir işe yaramadı. Hatta bir iki babun daha bize doğru hareketlendi. Bunun üzerine elimizde ne var ne yok çantamıza doldurup koşar adım olay mahalinden uzaklaştık. Böylelikle küçük çaplı maymunlar cehennemi sahnemiz sonlanırken, biz de bir daha maymun fotoğrafı çekmemeye karar verdik.    

     Yeryüzünden yaptığımız ziyaretin ardından şelaleleri bir de gökyüzünden ziyaret edebileceğimizi duyunca bu fırsatı kaçırmak istemedik. Bunun iki yolu var. Helikopter turu ya da microlight. Fiyatları birbirine yakın. Biz daha heyecanlı ve daha az mekanik olan microlight'ı seçtik. Microlight bir pilot ve bir yolcunun binebildiği motorlu bir hava aracı. Kısa bir pistten uçak gibi iniş ve kalkış yapıyor. Gökyüzündeki manevralar ise kanatlar rüzgara göre hareket ettirilerek yapılıyor. Daha önce bu tarz adrenalini yüksek bir aktivite yapmadığımız için biraz gergindik.
Sıramızı beklerken gerginliğimizi bir Afrika enstrümanı olan balafon çalarak attık

     Kısa bir beklemenin ardından "microlight"lar geldi ve uçuşa başladık. Zambezi nehrinin üzerinde rüzgarın yönlendirmesiyle uçmak bize farklı duygular yaşattı.
Uçuş sırasında pilotlarımızla sohbet ettik. Alman pilot Heiko dünyayı 1,5 kere dolaşmış. Sonrasında aradığı şeyi dışarıda değil içeride araması gerektiğine inanmış. Şimdi kendisi microlight pilotluğu yaparken eşi de bir fotoğrafçı. Gelirlerinin bir bölümüyle yerli çocuklara yardım eden bir vakıf kurmuşlar.

     Bir yandan onlarca metre altımızdaki doğaya ve şelalelere büyülenmiş gözlerle bakarken bir yandan da özellikle keskin manevralarda yanımızdaki korkuluklara yapıştık. Bir nevi rüyalardaki uçma deneyimi gibiydi çünkü yerden ne çok yüksektesiniz ne de çok alçakta. Seyahetimiz boyunca bazı anlarda yaşadığımız özgürlük hissini belki de ilk kez bu denli yoğun yaşadık. Gökyüzünde geçirdiğimiz aslında bu kısacık anlar bize sanki saatler sürmüş gibi geldi. Bu yoğun duygular altında belli ki insan zaman mefhumunu yitiriyor.

     Bu bol "aksiyonlu", dolu dolu geçen günün kapanışını da enteresan bir yemekle yaptık.
Masalara servis edilen birbirinden değişik yemekler arasında "timsah yemeği" de vardı. Böylelikle timsah etini de tatmış olduk. Tadı tavuk etine benzese de aklınıza getirdiklerinden ve hissettirdiklerinden ötürü açlıktan ölmediğiniz sürece yenecek türden değil

     Ama öncesinde Zambezi bize son bir güzellik daha yaptı ve benzersiz bir gün batımı manzarası sundu.
Herhangi bir filtre kullanmadan çektiğimiz bu gün batımı fotoğraflarıyla dönüşte evimizin duvarlarını süslemeyi planlıyoruz

     Unutmadan;

  • Livingston'da yapılacak daha bir sürü aktivite var: Lion walk (Aslanlarla gezinti), Zambezi nehrinde Rafting, Bungee Jumping, Devil's pool (Uçurumun kenarında oluşmuş doğal havuzda yüzme deneyimi)
  • Ne yağmurluk ne şemsiye. Şelalelere giderken içinize mayo giyin, doya doya ıslanın
  • Fotoğraf makinası için mutlaka su geçirmez, koruyucu bir kılıf gerekli. Çekim esnasında ise ekranın yağmurdan etkilenmemesi için şemsiyeli şapka bulursanız süper olur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder